ŞERNÂME
I
Hiçbir günah affedilmez değildir. Aslını deşersen günah ile affın aynı madalyonun iki yüzü olduğunu, birinin varlığının ötekinin varlığına bağlı olduğunu görebilirsin. Bu durum dahi yek başına aslında günahın (şahsi, kendisi dışındaki varlıkların temel haklarına kastı olmayan) batına bakan yönüyle kötü olmadığı, bilakis affın vücut bulması için gerekli olduğu, bu haseple iyilik taifesinden sayılabileceği, onun da insan ırkının kendini gerçekleştirmesinin bir basamağı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu nedenle hiçbir günah affedilmez değildir, diyorum. Her günah affını sırtında taşır. Günah, affını yüklenerek gelir insana. İnsan her bir günahla nedamet vasıtasıyla af denizinin sularını dalgalandırır. İnsan tamam olması için ruhunun nedamete bürünmesi lazımdır. Çünkü nedamet ruhu yüceltir, temizler. Af için nedamet; nedamet için günah lazım. İnsan bir kere bu hakikatin sırrına erdi miydi, tüm günahkarları affedebilme gücünü kendinde bulur. Bununla beraber tıpkı affetmek de nedamet duymak gibidir. İnsan gah nedamet duyarak gah affederek adım adım kemale ilerler. Hayat düz bir çizgi değildir. Roller daima değişir. Bir gün nedamet dileyen bir başka gün pekala af makamına oturabilir. Affedebilmek de en az nedamet duymak; nedamet duymak da en az affedebilmek kadar mühim. Biri diğerinden yeğ ya da bed değildir. İkisi de değerlidir. İkisi de hürmete ve her türlü takdire layıktır. Bu nedenle af dileyen ile affeden aynı mertebededir. Meğer ki biri nedamete öteki affa meyyal olsun. Ancak şu da var: nedamet duyan affa yanaşmayandan fersah derece üstündür.
II
Nedir bizim kavgamız? Özünde bir kavgamız olmalı. Herkesin olduğu kadar gerçek bir kavgaya bizim de ihtiyacımız var. Çünkü kavga, hayatı hareket ettiren tartışmasız güçtür; itme kuvvetiyle yaşamın ilerlemesini ve devamını sağlar. İnsan neslinin devamı itme kuvvetine bağlıdır. Eğer itme ve onu doğuran kavga olmazsa insan ırkının hikayesi biter. Tartışmasız, dışardan bakan o hali bir çeşit kavga sanır. Oysa zevkin ayak tabanlarından başlayıp topuklarına, diz kapaklarına, kasıklarından baldırlarına, körpecik gövdesinden boynuna ve yüzünün her noktasına yayıldığını pek azı anlar. Özü öfkedir onun. Kim bilir heybesinde daha ne lezzetler vardır. Bunun için hamdetmek lazımdır. İşte bu nedenle birbirimizi itip durmalıyız. Gün olur sen önde ben arkada seni itmeliyim gün olur sen önüne katıp beni itmelisin. Ama bilinmeli ki itme kuvveti öyle yumuşak bir kuvvet değildir. Harareti yüksek, sert ve bir o kadar acımasız bir zorun neticesinde doğar. Kavga, işte bunun dildeki en somut kelimesidir. Kavga lazımdır. İddia etmiyorum. Bir gereklilik ve gerçeklik olarak söylüyorum. Hem de en kötü şekliyle kavga, sövüp saymanın da ötesinde bir şiddetle. İlişkimizin devamı ve tazelenmesi için lazım olan türden. Aksi halde birbirimizi kaybedebiliriz. Şayet arada bir, bir kavga sonrası elini tutup dudaklarıma götürmezsen sana olan arzumu bunca derin ifade edebilir miyim? Durup dururken parmaklarımın saçlarında dolaşması çok tuhaf olurdu o zaman. Nedensizlik anlamsızlığa gebeyken bir nedeni olmalı sana dokunmalarımın. Bu, hem ruhunda o dokunuşların sıcaklığını hissettirip diğer yandan da bedenindeki kasılmalara daha fazla kulak kesilip lezzet almanı sağlamaz mı? Ben nedamet dolu ruhumdan af denizi kalbine boşalmalıyım ki bedenin saç diplerinden ayak parmak uçlarına kadar titresin. Hazzı körpe bedeninin en dip noktasında hissedebilesin. Aslında çok haklı ama artık klişe olmuş şu sözü unutmamalı insan: En büyük aşklar nefretle başlar. Ben de buna şunu ekliyorum: baki aşkları besleyen arada bir nükseden nefret duygularıdır. Mesela biliyorum ki el an bazen büyük bir nefret tufanı kopuyor içinde. Benim de öyle. Bununla beraber nefret kabuğunu yonttuğun zaman altındaki o ulu aşkı göreceğinden de eminsin. Çünkü içinde, derinlerde bir yerde, o derinler bir organınla ifade edilse o, gövdene kadar uzanan ışıklı tünelden başkası olmaz, sevgi besliyor olduğunu hayretle izliyorsun. Bir yanınla daima kalp atışına benzer bir atımla atıp durduğunu, diğer yanınla daima zihninin içinde yankılandığını ve bir başka yanınla da daima arzu içinde kıvrandığını unutamıyorsun. Ne kadar nefret dolarsam dolayım o nefret anının en tepesinde, zihnimin bir yanında gülümseyip durduğunu görmek çıldırtma şeysi.
III
Neden böyle? Cevabı, bilinebilecek sorulardan değil. Belki hissedilebilecek sorulardan: Seviyorsun. Ve sanki hep sevmişsin. O kadar çok yaşamışsın ki sanki tüm hatıraların bu sevgiden ibaretmiş. Ve bu sevginin sahibi ya da muhatabı gözünü açtığın ilk andan itibaren soluğuyla yanıbaşında. Ta çocukluğunun ilk yıllarında tutmuş ellerinden. Saçların ilk rüzgara değmeden ilk onun parmakları değmiş. Henüz güneş görmemişken gözlerin, ilk onun gözlerine uyanmış. Nefes çekmemişken henüz, o içine dolmuş. Tüm ilklerin onunla varolmuş gibi. Ve bunu iliklerine kadar hissediyorsun. Sokakta gördüğün ve aşık olduğun ilk çocuk bu çocuk. Evcilik oynarken kendine eş seçtiğin, sonrasında büyüyüp de aşkı ve bedenini tanıdığın çağda bu çocuğun yanağını öpmüşsün. Genç kızken hayallerini süsleyen beyaz atlı prensin başkası olmasına imkan yok. Yetişkin bir erkeğin elini koynunda hayal ettiğin zamanlarda bu hayalini süsleyen kişi de o. Bedeninin tüm örtülerinden sıyrılıp ruhunu teslim ettiğin; kendisiyle gecenin karanlığını siper edinip arzudan damağın çatlayıncaya, takatten düşünceye dek durmadan, teninin sıcaklığında, bir yaycasına gerilip gerilip tüm acılarını dövdüğün; var hıncınla hayatın tüm ızdırap ve hayfını çıkardığın; o yaşına dek açlığını her an hissettiğin şefkatin, sevginin sularını kana kana içine çekip bedeninin tüm susuzluğunu dindirdiğin; dudaklarında yuva yapmış kederi, boğazında ilmeklenmiş feryadı kulağına kulağına inlediğin üstüne abanmış o gökyüzü bir başkası asla değil.
IV
İyi bilirsin ne kadar sevdiğimi de. Ve ne çok nefret ettiğimi de. Ne çok kavga ettiğimizi ve ona karşı öfkeyle dopdolu olduğumu da. Şimdi anlatacaklarımı iyi dinle, gözünde canlandır anı. Belki de uzun zamandan beri ilk defa içimin huzurla dolduğunu hissettiğim o gecenin adı benim için huzur. Yine kavgalarımızdan birinin sonrasıydı. Her şey sakin ve kesin bir sessizlik içindeydi. Dışarda soğuk bir hava, şiddetli bir yağmura teslimdi. Salonun loş aydınlığı ve sıcaklığı tenimi adeta okşamıştı. Olabildiğince dingin ve aram bir ruh haliyle hareket ediyordum. Dolaşırken adımlarımı yeri okşarcasına yavaş atıyordum. Önce biraz oturdum. Önüme baktım uzun uzun. Çok yorgundum. Aynı zamanda çok açtım. Sabahında bir simitle işte gecenin bu vaktini getirmiştim. Saat on bir civarı olmalı. Çocuklar sessizce bir şeylerle uğraşıyor. Uyku vakitleri gelmiş. Evin kadını diğer odada. Koltuğa gömülü vaziyetteyim. Kalkmak istemiyorum. Bedenimin her bir yanı nefes alıyor, hissediyorum. Yorgun düşen etlerim dinlenme moduna geçmiş bile. Ensemden sırtıma oradan kalça butlarıma ve ayak uçlarıma kadar uzanan tatlı bir yorgunluğu üzerimden atma hissi içindeyim. Bacaklarımdaki o dinlendiren kan dolaşımını şu an bile düşününce hissedebiliyorum. Bacaklarımı birbirinden ayırmıyorum. Bacaklarıma oturan heyecan ve tatminle karışık bir ağırlığın hissini tadıyorum. Bütün her şey kalbimi inceltmek için. Göğsümün ve ellerimin yumuşadığını görüyorum. Aynı zamanda ferahladığını... Ve zihnimin tüm kasıntılarından kurtulmuşum. Düşünüyorum. Düşümcemin kulağını emiyorum. Ama bu beni yormuyor. Bağırsaklarımdan içeri bir stres kurdunu dolaşıma sokmuyor. Bağırsaklarım dahi vecd halinde. Hatta bedenimin tüm organları yerli yerinde sayıklıyor. Kalp atışlarım hepsinde duyuluyor. Huşu ile çenemi göğsüme dayıyor ve gözlerimi kapatıyorum. Gecenin sessizliğini dinliyorum. Beş duyu organımla hissettiğim her şey o an damarlarımda huzura ve sekineye dönüşüyor. Bir süre sonra geliyor içeri. Oturuyoruz. Konuşmuyoruz. Lüzumu da yok zaten o an. Bu gece çok konuşacağız nasılsa. Detoks çayını yudumluyor. Bir süre sonra aç olabileceğim ihtimalini düşünerek açlığımı soruyor. Tam bu andan sonra İran filmlerinden bir sahneye düşüyorum. Mutfakta kap kacak ve arada açılıp kapanan su sesi, lokmalarımı çiğnerken kulağıma giden sesler dışında her şey eksiksiz bir sessizlikte. Kalkıyorum. Üstümü değişiyorum. Uyumaya hazırlanıyorum. Hala yorgunum. Çay içiyoruz önce. Sonra yerime geçiyorum. İkimiz de konuşmak istiyoruz. İşte yalnızız. Bir anda ellerini ellerimde buluyorum. Dudaklarıma çoktan gitmiş bile. Nedamet halindeyim. Kimin haklı olduğunun önemsiz olduğu noktada... Dudağının kenarına bir tebessüm yuva yapıyor. Nihayet başlıyoruz. Konuştukça daha çok konuşmak geliyor içimizden. Susuzlukyan dimağı çatlamış birinin denizden içtikçe susaması gibi. Teselli babında bağrıma basıyorum kendisini sözlerimle. Gözlerinde yılların dert tortusu birikmiş. Kör değilim. Kendini salıvermek arzusu bedeninin tüm zerrelerine işlemiş. Oysa hiç zamanı değil. Toprak çekiyor canı. Toprağın yumuşak göğsüne uzanıp derin bir uykuya dalmak istiyor. Artık dinlenmek istiyor. Hayatın ve hayatın içinde yerini alan insan hikayesinin hiç olduğuna o kadar kani ki... Umursamıyor. Kendi rutininde. İlk günden böyle olmalıydı diyorum. İnsan yaşarken öğreniyor belki de. Aklı yaşarken olgunlaşıyor. İnsan yaşarken anlıyor. Anlatışımın nedenini merak ediyorsun, biliyorum. Aslında açık. Demek istiyorum ki birine karşı duygularının derinleşmesini istiyorsan ona karşı hataya düş. Yanlış yap, incit, üz onu. Fakat bu öyle bir incitme ve üzme olmalı ki sonrasında kalbinde ona karşı mahcubiyet ve nedamet duygusuna kapılmanı sağlasın. Allah'ın af dileyen günahkar kullarını daha çok sevdiğini neyden sanıyorsun?
V
Kelime neydi? Kelime itme kuvvetine götüren şeydi. Kelimeyle başladı her şey. Ve nihayet önce kavgaya dönüştü sonra o kavga itti itti ve insan ile tabiatın hikayesini günümüze kadar getirmeyi başardı. Bundan sonra da böyle olacak. Kelime varoldukça bu hikaye asla bitmeyecek. Hem zaten büyük bilge insanlar kıyamet kopmadan yeryüzünden tüm kelimelerin silineceğini söylerler. Kelime silinecek. Sonrasında kelimesiz kalan kainatın kıyameti kopacak. Yani öyle sanıldığı gibi kelime kıyamet sebebi değildir. Ağzımdan çıkan kelime kıyameti ancak önler. O yüzden kelimeleri tüketmemeli. İki insanın kıyameti kopmuşsa bilmeli ki kelimenin ruhuna el fatiha. Hayır hayır hayır. Asla hiçbir şeyi deşme gayretinde değilim. Ben diplerinde dolaşmaya çıktım. Şöyle bir nevi keşif sayabilirsin bunu. Etrafını dolanıyorum. Kaygı duymak, endişe etmek, deşip deşip yine öfkenin kapısını aralamak ya da mide kramplarına davetiye çıkarmak istemiyorum. Ama ben istiyorum ki içimin ağır, kara bulutları dağılsın.
Yorumlar
Yorum Gönder